18 Ocak 2015 Pazar

İBERYA ÖZKAN MELAŞVİLİ ile MÜZİK VE HAYAT ÜZERİNE BİR RÖPORTAJ



İberya Özkan MELAŞVİLİ kimdir ve müzik dünyasındaki yeri nedir?

1956 doğumluyum. Asıl mesleğim mimarlık. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunuyum. 1983 yılında mezun oldum. Mimarlık mesleğimi, zaman zaman ihtiyaç duyduğumda sürdürüyorum.

Gürcü bir ailenin çocuğu olmakla, Gürcü dilini biliyor olmakla Gürcü kültürüne olan merakım çok küçük yaşlardan itibaren başladı. Özellikle de müziğe, müzik enstrümanlarına karşı olan ilgim ve de ailem bağlamında da köyüm nedeniyle Gürcü müziğini duymuş olmam, iç içe olmam, yerli müziğe, özellikle de Gürcü müziğine ilgimi giderek arttırdı.

Kırk-kırk beş senedir müzikle uğraşıyorum. Genel olarak klasik müzik, caz, pop müzik ve Anadolu ezgileri, Türk Halk müziği konusunda da epey çalışmalarım var. Enstrüman olarak da akordeon ve Gürcü Halk çalgılarını çalıyorum. Ama bunlar içerisinde özellikle akordeon konusunda yaklaşık 30 seneden beri uğraştığım için öğretici seviyesine ulaştım. Bu kursa gelen çok sayıda da öğrencim var. Akordeon ile ilgili çalışmalarımız sadece Gürcü müziği ile ilgili değil, tüm müzikleri kaplıyor.

Kafdağı adını taşıyan, benim kurduğum müzik grubuna çok sayıda farklı koro grubu oluşturdum. Kafdağı’nın amacı gerek evrensel müzik gerekse de Gürcü müziğini evrensel anlamda yerine oturtturmak ve de Türkiye’de çok tanınmayan müziğimizi Türkiye de yaşayan bir Gürcü olarak tanıtmak, öğretmek ve onları grup olarak icra eden akademik seviyeye getirmeye çalışmak.

Kafdağı nasıl oluştu ve devam ediyor mu?

Doksanlarda amatörlerden oluşan bir grupla ,17 kişiyle, Bursa’da kuruldu Kafdağı. Kaset çalışmalarımız oldu. ‘Kafdağı’ndan Ezgiler’ ve ‘Kafdağı’ndan Anadolu’ya adlı iki kaset. Amacımız ‘çıksın bir kaset’ anlamında değildi. Yaptığımız çalışmalar Kalan Müzik adlı firmanın ilgisini çekti ve 1992’de Türkiye’de ilk defa; Gürcüce, Çerkezce, Lazca, Abhazca, Çeçence olmak üzere, çeşitli şarkılardan ve enstrümantallerden oluşan bir kaset çıkmış oldu.

O dönem Bursa’dan ayrılınca İstanbul’da arkadaşlarla Kafdağı Üçlüsü, Kafdağı Trio’su, Kafdağı Beşlisi gibi Kafdağı adını kullanarak çok sayıda grup oluşturduk. Sürekli yenilendi ve farklı gruplar ortaya çıktı. En sonunda ‘Kafdağı Müzik Grubu’ adını verdiğimiz grupla daha da profesyonel anlamda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Kafdağı projesi, Gürcü ve Kafkas halklarının Türkiye’de ki tek temsilcisi diyebileceğimiz bir okul gibi, eğitime yönelik öğretmeye, kadrolarını genişletmeye çalışmaktadır.


Çalışmalarınızı nerede gerçekleştiriyorsunuz?

Şu anda bulunduğumuz Gürcü Sanat Evi’nde gerçekleştiriyoruz. İki yıl önce kurduk burayı. Daha önce farklı merkezlerimiz vardı gezici olarak kullandığımız.

Tabi, burada Gürcü Sanat Evi’ni kurmuş olmakla beraber Kafdağı Müzik Grubu haricinde de farklı korolar ortaya koymaya başladık. İkinci koromuz var şu anda, senin de bugün çalışmalarına ortak olduğun. Birinci koromuzda tamamen bayanlardan oluşuyor. Çarşamba akşamları bir araya geliyoruz. Onlar otuz-kırk tane parça öğrendiler halk figürleri dahil olmak üzere. İkinci grup daha yeni ve beş şarkı öğrendiler. İleride bu koroları birleştirerek daha kalabalık hale de getirebiliriz.

Mimarlık mesleğinin aildede ki yeri nedir? Müziğinizle bir bağıntısı var mı? Siz ve babanız mimarlık mezunusuz.

Mimarlık da bir sanat biliyorsunuz. Müzik de bir sanat. Çok iç içe değil ama yaratıcılık bakımından mimar olmam, müzik hayatımda çok faydalar sağladı. Ayrıca mimarlık hayatımda da müziğin çok faydası oldu. Rahmetli babam, dediğiniz gibi mimardı. Dedem de minare yani taş ustasıydı.

Dedenizin müzikle arası nasıldı?
Evet, onunda epey arası iyiydi müzikle. Mızıka çalıyordu. Pek hatırlamıyorum, ben küçükken vefat etti. Babam anlatırdı; beraber çalıştığı arkadaşlarla, molalarda Gürcü oyunları oynarlarmış, mızıkayla çalarlarmış. Babam da küçükken onunla beraber çalışırmış. Müziğe olan ilgisi belki de ordan kalma. Yiğenimin biri de mimar, o da müzikle ilgileniyor.

Sizinle daha önce yapılan bir röportajda şöyle bir sözünüz vardı: “Her Gürcü Sanatçı Doğar.” Çok iddialı bir söz bu.

Gürcü müziğinde çok seslilik ve Gürcü dans kültürü çok gelişmiş bir boyutta. Dolayısıyla şu anda Gürcistan’da piyano olmayan ev yok. Bu belki Sovyetler döneminden kalma bir etki de olabilir ama Gürcü müziği doğuştan çocukların dinlediği ve tanık olduğu bir durum.
Korolar, danslar. Dans etmesini ve şarkı söylemesini bilmeyen gürcü hemen hemen yoktur Gürcistan’da.

Küçük bir nüfusu var; dört-beş milyonluk. Ama dört-beş milyonu da sanatçı. Müzisyen, tiyatrocu, dansçı vs. Şarkı ve dans hemen hemen herkesin yaptığı bir eylem. Kafkaslarda bunları yapmayan bir nesil yok. Bunun adı eylenmek değil, kültürüyle iç içe olmaktır aslında. Binlerce yıldan beri süregelen bir gelenek. Bu gelenekle yoğrulmuş olan milletin çocukları, doğduğu andan itibaren aldıkları eğitim ve aileden gelen bu tür faaliyetler ister istemez öğrenmelerine ve daha da gelişmelerine yol açıyor.

Aslında söylediğim söz biraz abartı olabilir ama burada söylemek istediğim, Gürcülerin nasıl bir sanatçı ruha sahip olduğudur. Zaten Gürcistan’da, Kafkaslarda kadına olan saygı, masa, sofra kültürü bizi yaşamla sanatın iç içe olduğunu gösteriyor.

Burada gerçekleştirdiğiniz müzik icraatlerinde; halkın her kesiminin anlayabileceği, daha sade; halk dilinden alıp İstanbul Türkçesine çevirdiğiniz bazı çalışmalarınız var. Bundaki amacınız tam olarak nedir? Müziği daha mı evrenselleştirmek istiyorsunuz?

Ben Türkiye’de yaşayan bir insan olarak, bir T.C. vatandaşı olarak şöyle düşünüyorum: Fransa’da yaşıyor ve Fransız vatandaşı olsaydım; Fransızcanın birçok şivesi olmasına karşın edebi bir Fransızca dili, yani resmi dili (günümüz Fransızcası) kullanılmasını Fransa içerisinde ki ortak dil anlamında çok daha doğru olduğu kanaatim var. Şu demek değil bu; şiveler yok olsun, kullanılmasın vs. değil. Bunu Türkiye’ye uyarlarsak Anadolu ezgilerinin, özellikle şiveden farklılıklar ve büyük bir zenginlik olduğunun farkındayım. Ama Türkiye’nin  ve bütün yörelerinin Türk dili konuşan, gelişen çağdaş bir forma ulaşması nedeniyle, bir devrimci bir ilerici olarak geleceği görmeye çalışan bir insan olarak, Türk dilinin gelişmesinin, Türkçe’nin yabancı dillerden arındırılmasından yanayım.

Gelişmekte olan dilimiz maalesef son yıllarda Osmanlıca dilinden daha çok kelimeler barındırmaya başladı. Şiveler o şarkıda kullanılmak zorunda ise kullanılmalı bence. Ama günümüz Türkçesine çevrilmesini daha uygun buluyorum ben.

Ben çağdaş ve çok sesli müzik yapıyorum Türkiye’de öyle bilinen ve iyi bir çoksesli müzik grubu pek yok. Gerek Gürcü müziği harmonisini gerek Kafkas Müziği harmonisini birleştirerek yapıyorum. Günümüz dünya insanının çok seveceği ve anlayabileceği bir hale getirmiş oluyorum. Türk müziğini de evrensel bir boyuta taşımış oluyorum. Bunu yaparken de şivenin daha ilkel daha geride kalmasına gönlüm razı olmuyor. Ama günümüzde en çok kullanılan edebi Türkçe yani İstanbul Türkçesini bu bakımdan daha uygun buluyorum. Amacımız Türkçenin çağdaşlaşması, özgün hale gelmesi ve herkesin anlayabileceği bir hüviyette olmasıdır müziğimizde.

Karadeniz müziğini Karadeniz şivesiyle dinleyen bir Egeli, bir Karadenizli kadar zevk almıyor. Hatta bazen anlaşılamıyor bile.  Ben Türkçe uzmanı değilim ama şiveyi farklılıklarından biraz daha arındırarak, araştırarak bir karara varıp öyle seslendiriyoruz şarkılarımızı.

Tiyatroyla aranız nasıl?

Yoğunluk vs. sebebiyle bu aralar tiyatrodan nasibimi pek alamıyorum. Daha önce ama tiyatro da müzik ve dansla ilgilenmiştim. Tiyatro oyunu da oynadım lise ve üniversite yıllarımda.

Hangi oyunu oynamıştınız?

Gogol’ün, ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’. Aslında daha çok Gürcü tiyatrosunun Türkiye’de oynanması ve çevrilmesi gibi  işlerde uğraştım. Tuncer Cücenoğlu çok yakın dostum.



Gürcü Kültür Merkezi bir okul. Ayrıca farklı sanatsal çalışmalarda var. İnsanlar neden Gürcü Sanat Merkezi’ne gelmeliler?

Akordeon öğreten bir kurum hemen hemen yok Türkiye’de. Akordeon öğreten hoca da çok nadir. Türkiye’de çok sevilen bir müzik aleti ama bilinen bir müzik aleti değil. Konservatuar’ın hiçbir bölümünde Akordeon diye bir şey yok. Gitar var, piyano var, keman var ama o yok. Akordeon için öğrenebilecekleri adres burasıdır.

Sadece Gürcü Müziği değil burada öğretilen: Türk Halk Müziği, Balkan Müziği, Tango, Klasik, Caz öğretiliyor ve Akordeon teknikleri öğreniliyor.

Çok sesli müzik için de buraya gelmeliler.  Dünya çoksesli müzikleri de çalışmalarımızdan biri olacak. Repertuar almaya başladık.

Resim sergimiz daima var. Gürcü sanatçılar olsun, Türk ressamlar olsun, Avrupalı ressamlar olsun. Sürekli sergileniyor burada.

Mağazamızda çeşitli ürünler var. Gürcistan’dan, Kafkasya’dan, gelen çeşitli sanat eserleri, enstrümanlar, Gürcü enstrümanları satılıyor.

Buraya gelip Gürcü Müziği, Gürcü yemekleri gibi konularda bilgi almak mümkün. İnsanlar Gürcü Sanat Evi’ne Gürcü Müziğini keşfetmek, ilerletmek, koroya girmek için, çalgılarını öğrenmek için gelmeliler.


Henüz keşfedilmeyen bir yer burası. Keşfedilmemiş yerler her zaman daha heyacanlıdır…

10 Ocak 2015 Cumartesi

KAHVE SICAKLIĞI


Gece üzerimize sel gibi akıyordu. Uyuşmuş bir bacak gibi bu durumu seyrediyorduk. Ölümü kabul edip kendini kuru toprağa bırakan yaşlı bir fil gibi. Renklerimiz ton değiştirdi, mimiklerimiz siyaha bulandı. Konuşmalarımız karanlığa saplandı. Esirdik gecenin göz görmeyen hücrelerinden birinde. Soğuk yaktı korunmasız derilerimizi. Biraz daha kalsaydık kanlarımızı donduracaktı. 

Sonra. Çok sonra...

Kurtulduk uyuşukluktan, daldık sıcağın o esrarlı hikayeler anlatan mabedine...

3 Ocak 2015 Cumartesi

DÖNGÜ



"Neredeydin", diye bağırdı çocuğuna. Sinirliydi. Her an çocuğun suratında beş parmağın o kulak çınlatan travmasını yaşatabilirdi. Ama bekliyordu. Haklı olmayı bekliyordu. Sinirlenmeliydi. Daha çok sinirlendirmeliydi kendisini çocuğunun vereceği cevap.

Uzun bir bekleme oldu. Çocuk cevap vermedi. Annesinin eli suratında patlamadı. Mutluydu. Annesinin uzattığı eli tuttu. Ve akşam, geceye yelken açmışken evlerine doğru sonsuza kadar sürecek bir döngünün parçası olarak olarak yürüdüler.

Ve çocuk Giderken bana bakıyordu. Döngünün yıpratıcı olduğunu biliyordu heralde. Kaçmak, kurtulmak istiyordu ondan. Bende aynı istekle arzuluyordum bunu. Ama annenin bulaşık suyu kokan ellerine sıkıca bağlanmış eller kaçma teşebbüsüne giremedi...

30 Kasım 2014 Pazar

SAHİLDE DÜŞÜNÜRKEN


Bir yolculuktaydım sanki. Pencere yanını özellikle isteyip saatlerce camdan karanlığı seyretme isteği içinde. Etrafımda ayakkabılarını ve hatta çoraplarını çıkarmış umarsız teyzeler ve amcalar. Ve gürültü. Asla dinlenilmeyecek saçma sapan bir gürültü. Kendileri de bilmiyorlar ne konuştuklarını. Bir garsonun hesabı getirmesiyle sonuçlanmalı bu kuru kalabalık. Ya da ben bu dünyadan çekip çıkarmalıyım kendimi…
Bazen insan başka bir yerdedir ama kendini bambaşka bir yerde hisseder. Oralara gitmiş kadar olur. Gitmiş kadar sevinir ya da nefret eder. İşte öyle bir andayım. Bir sahilde, ufak bir çay bahçesinde oturmaktayım. Nane limon içiyorum. Kurtulamadığım bir gerginlik sarmış bütün vücudumu. Sahil ve çay atamıyor bunu üzerimden. Kendimi sahile bırakıyorum…
Korkuyorum. Korkum kendimden; yapacağım deyip yapamadıklarımdan… Kendimi kandırmaya dayanamıyorum. Bu aşağılık ve eziklik katsayımı arttırıyor. Acı duyuyorum. İçten içe yıpratıyorum kendimi. Ağlıyorum. İnsan neden yapamayacağı şeyleri yaparım diye haykırır ki?
Bilmiyorum aslında. Hiçbir bok bilmiyorum. Bu yüzden her gün yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Öğrenirken de kasıyorum galiba kendimi.Başlangıç sorununa ulaştım galiba. Kasıntı değil kasılmak. Kasıntı çokbilmişlik, kasılma bildiğini veya yapacağını ispatlamak için kendini şartlandırma demek. Rahatlamak istiyorum aslında. Severek bilmek, bilerek sevmek için…
Sonra motorlu bir sandal geçiyor önümden. Galiba balık tutmaya gidiyor. Ah keşke onun kadar şanslı olabilseydim. Tek amacım; balık yakalama uğraşı olsaydı…

Bu blogta yer alan yazılar üzerindeki 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu altında düzenlenen tüm maddi ve manevi haklar eser sahibi olan Ahmet Kaya'ya aittir. Söz konusu içerikler eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, işlenemez, değiştirilemez veya başka internet sitelerinde ya da basılı veya görsel yayın yapan diğer mecralarda yayınlanamaz.